Küresel rekabette oyunun sürdürülebilirlik üzerine kurulduğunu söyleyen TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski, “Sürdürülebilir bir dünya için toplumun tüm katmanlarında bilinçli dönüşüm arayışı, pandemi koşullarında daha da görünür oldu. Sürdürülebilirliği içselleştirmiş, sorumlu kurum uygulamaları güçlü olan şirketler belirsizlikleri daha iyi yönetebiliyor” dedi.

TÜSİAD Başkanı Simon Kaslowski, KPMG Gündem’e konuştu. İş yapma modellerinde daha iddialı ve gerçekçi hedefler koymaya ihtiyaç olduğunu vurgulayan Kaslowski, başta iklim değişikliği ile mücadele olmak üzere sürdürülebilirlik risklerinin gündemin en üst sıralarına yükseldiğini söyledi. Kaslowski, nitelikli insan gücünün Türkiye’de yaşamak ve üretmek isteyeceği bir atmosfer sağlamak gerektiğinin de altını çizdi. İşte o açıklamalar:

Pandemiye yönelik ABD’nin aldığı ekonomik kararlar bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri nasıl etkiliyor? Gelişmeler Türk iş dünyasına yeni fırsatlar sunuyor mu? İhracat artışı ya da yeni pazarlar gibi...İhracatı artırmak için neler yapabiliriz?

İhracatta çok deneyim kazanmış, ihracat menzilini yeni ülkelere, kıtalara doğru sürekli genişleten bir ülkeyiz. Ancak ihracatta artık farklı bir lige çıkmamızın zamanı gelmedi mi? Daha yüksek katma değerli ürün ihraç ettiğimiz, ihracat için ithalata daha az bağımlı olduğumuz ve birim ihracat değerinin daha yüksek olduğu bir ihracat yapısına ulaşabiliriz. Ama bunları sağlayabilmenin yolu sadece dış ticaret süreçleriyle ilgili değil. İhracat aslında bu anlamda bağımlı değişken. Sanayi politikası, yatırım ortamı, gümrüklerde dijitalleşme, dış ticarette yer alan tüm kamu kurumlarının birbirleri ile entegre bir sisteme sahip olması, Avrupa Birliği (AB) ile Gümrük Birliğimizin dijital ve yeşil dönüşüm çerçevesinde güncellenerek iş dünyamızı daha rekabetçi bir seviyeye çıkarması gibi çok sayıda bağımsız değişken de var. Tüm bunların yanı sıra katma değerli üretim için nitelikli iş gücüne ihtiyacımız var. İyi yetişmiş insan gücü dünyanın her yerinde iş bulabilir, yaşayabilir. Önemli olan, nitelikli insan gücümüzün ülkemizde yaşamak ve üretmek isteyeceği bir atmosferi sağlamak. Eğer tüm bu alanlara odaklanır ve gerekli yapısal adımları atabilirsek ihracatta da bir üst lige çıkmamız hiç zor değil.

KURUMLAR ZAYIFLADI, LİYAKAT KALMADI

Türkiye ekonomisinin başlıca sorunları olarak neler söylersiniz?

Kurumların politika yapma gücünü artırmadan ne enflasyon meselesini çözebilir ne verimlilik artışı sağlayabilir, ne de büyüsek dahi refah artışı ve kalkınmaya erişebiliriz. Enflasyonun temel sebebini tespit edemeyişimiz, mikro reformları yapamayışımız ve ekonomide öngörülebilirlik sağlayamayışımızın arkasındaki temel faktör planlamadaki eksiklerimiz ve kurumların zayıflaması, liyakatten uzaklaşması. Örneğin bugün dünyada enflasyon ile mücadelede bilimsel olarak kanıtlanmış ve tartışması çoktan kapanmış yöntemler var; bunları yeniden keşfetmemize gerek var mı? Attığımız adımlarda hem enerji hem zaman kaybederken, ekonomimize ek maliyetler oluşuyor, sonra bunlarla mücadele etmek zorunda kalıyoruz.

Şirketler, kurumlar sürdürülebilirliği eskisinden daha çok konuşuyor. Siz de çevresel konulara ve sürdürülebilir kalkınmaya sıkça değiniyorsunuz. Sürdürülebilirlik konusu dünya ekonomisini nasıl değiştirecek?

Sürdürülebilir bir dünya için toplumun tüm katmanlarında bilinçli dönüşüm arayışı, pandemi koşullarında daha da görünür oldu. Başta iklim değişikliği ile mücadele olmak üzere sürdürülebilirlik riskleri gündemimizin en üst sıralarına yükseldi. 

Bu dönemde paydaşların şirketlerden beklentileri de giderek arttı. Yeni nesil tüketiciler artık bir ürünün ya da markanın sadece faydasına bakmıyor, şirketin topluma veya çevreye nasıl katkı sunduğuna da önem veriyor. Öte yandan AB Yeşil Mutabakatı, Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası alandaki gelişmeler de iş dünyasının dönüşümünü zorunlu kılıyor. Küresel rekabette oyun, sürdürülebilirlik üzerine yeniden kuruluyor. Böyle bir ortamda, sürdürülebilir iş modelleri artık bir zorunluluk. Bu süreçlerin etkili bir şekilde kurgulanmasında öngörülen yatırımlar içinse finansmana erişim kritik önemde olacak. Bu kapsamda, yine AB’nin hayata geçirmekte olduğu AB taksonomisi de dikkatle izlememiz gereken bir yaklaşımı ortaya koyuyor. Bu sınıflandırma sistemi şirketler, yatırımcılar ve politika yapıcılar için hangi ekonomik aktivitelerin çevresel açıdan sürdürülebilir olduğunu tanımlamada rol oynayacak.

Sürdürülebilir kalkınma amaçlarına ulaşmak için ulusal ve sektörel politikalarda, iş yapma modellerinde daha iddialı ve gerçekçi hedefler koymaya ve hızlı hareket etmeye ihtiyacımız var. İşte bu noktada, sahip olduğu kaynaklar, geniş coğrafyalara yayılan değer zincirleri, inovasyon kapasitesi ve dijital dönüşümdeki yetkinliği ile iş dünyası bu amaçlara ulaşmak için önemli bir role sahip. Sürdürülebilirliği içselleştirmiş, sorumlu kurum uygulamaları güçlü olan şirketler belirsizlikleri daha iyi yönetebiliyor. Bu dönemde sürdürülebilirlik taahhütlerinin arkasında duran liderler bu iki işin bir arada yapılabileceğini, hatta asıl bir arada yapıldığında krizden daha da güçlenerek çıkabileceğimizi bizlere gösterdi. 

FAKİRLEŞTİREN BÜYÜME YAŞIYORUZ

IMF, Türkiye ekonomisinin bu yılki büyüme tahminini yukarı yönlü revize etti, gelişmiş ülkeler için ise beklenti düşürüldü. Bu konuda yorumunuz ne olur?

Türkiye ekonomisi 2021 yılında yüzde 10’un üzerinde büyüdü. Bunun arkasındaki tetikleyici ise 2020 yılında sunmuş olduğumuz son derece ucuz kredilerdi. Bu yatırımlarımıza ve ihracatımıza yararken yan etkisi de çok yüksek enflasyon ve TL’deki değer düşüşü oldu. Bu da yatırımların ve istihdamın sürdürülebilirliğinde en önemli engel. Kısa vadede fayda, uzun vadede kayıp ve enflasyon maliyeti olarak karşımıza çıktı. 2021 yılında yatırımlar çok iyi olmasına rağmen son üç aydır yaşadığımız enflasyon-faiz-kur sarmalı yeni yatırımları yeniden durma noktasına getirdi. Ama elbette ki 2021’de emsallerimizden bu yöntemle büyümede önemli ölçüde pozitif ayrıştık. Enflasyon tarafında ise en yüksek enflasyona sahip ülke olduk. Oysa amacımız yatırım ve ihracatla büyümek, enflasyonu kontrol altına almak ve aynı zamanda da istihdam artışı ve refah artışı sağlamak olmalı. Türkiye ekonomisi şu anda büyüyor ama refah seviyesi düşüyor. Bir anlamda fakirleştiren bir büyüme yaşıyoruz.

ANA GÜNDEM FİYAT İSTİKRARI OLACAK

Küresel para politikası yön değiştirmeye başladı, Türkiye’nin gündeminde de uzun yıllardır enflasyon, faiz konuları var. Sizce Türkiye için büyümede, üretimde sürdürülebilirliğin birinci koşulu ne?

Aslında bu iki konuyu, yani global değişim ve Türkiye’deki tercihlerimiz konusunu ayrıştırmak lazım. Küresel para politikasında önemli bir paradigma değişimi mevcut, bu ABD Merkez Bankası’nın (FED) faiz artışından ziyade bilanço küçültmeye geçmesi ile ilgili. Bilanço genişlemesi -ki 2018’de kısa bir dönem sekteye uğramıştı- 2008’den bu yana devam ediyordu. Dolayısıyla son 10 yıldır gördüğümüz dolar arzının tersine döndüğü, paraya erişimin zorlaştığı bir döneme giriyoruz. Bu bizim gibi kırılganlıkları, dış borç ödemeleri olan ülkeler açısından mühim bir gelişme. Böyle bir döneme, öncelikle enflasyon sorunumuzu çözmüş olarak girmeliydik. Bugün ise yüzde 50’ler seviyesinde bir enflasyon ile bu sürece giriyoruz. Büyüme ve üretimde sürdürülebilirliğin birinci koşulu fiyat istikrarıdır. Tam da bu yüzden ABD Merkez Bankası, enflasyonun geçici değil kalıcı olabileceği riski ortaya çıktığı anda, para politikasında hızlı bir U dönüşü yaptı. Global ekonominin 2022’deki ana gündemi de fiyat istikrarı olacak. Bunu sağlama pahasına tüm ekonomiler yavaşlamayı göze aldı. Çünkü mühim olan kısa vadeli büyüme değil, uzun soluklu sağlıklı büyümek.

GÜMRÜK BİRLİĞİ GÜNCELLENMELİ

Türkiye ekonomisinin ABD ve AB ile ilişkilerinin geliştirilmesinde önemli katkılarınız var. Bu en önemli ihracat pazarlarımızla ne durumdayız? Gümrük kotaları gibi devam eden ya da daha iyileştirilmesi gerekli hususlardan bahseder misiniz?

Özellikle AB en önemli dış ticaret ortaklarımızdan biri. ABD ile de tüm sorunlara rağmen yıllar içinde istikrar gösteren bir ticaretimiz var. Geliştirmeye ihtiyaç duyduğumuz alanların en başında ise AB ile aramızdaki Gümrük Birliği’nin (GB) artık günümüzün ihtiyaçlarını karşılayan, yeşil ve dijital dönüşüm çerçevesinde hizmetler, anlaşmazlıkların halli gibi alanları da kapsayan bir aşamaya gelmesi. Bu konuda her iki taraftan kaynaklanan sebeplerle çok zaman kaybettik. GB’nin güncellenmesi ülke olarak stratejik önceliğimiz olmalı. Son gelişmelere bakacak olursak, AB ile ABD arasında ticaret ve yatırımı geliştirmek için kurulan Ticaret ve Teknoloji Konseyi’nin iki ülke ilişkilerini derinleştirmesi, AB’nin serbest ticaret anlaşmalarına yenilerinin eklenmesi gibi değişimler GB’nin mevcut haliyle iyice yetersiz kalmasına yol açıyor. Dolayısıyla GB’nin güncellenmesi halinde AB ile şu an dış ticaretimizde yaşadığımız birçok sorun ortadan kalkacak. Tedarik zincirlerinde kırılma ve bunun etkileri gibi küresel zorluklarla mücadele etmek için AB’nin benzer düşünceye sahip ortak ve müttefiklerle iş birliği arayışlarında Türkiye, AB ile gelişmiş entegrasyonu bağlamında öne çıkabilecek.

Gençler, başka ülkelerde hayat kurmak için Türkiye’den göç ediyor. Bu durumu tersine çevirmek mümkün mü ve nasıl?

Beyin göçünü tersine çevirmek için öncelikle buna neden olan dinamikleri iyi anlamamız gerekiyor. Göç eden kesimin çoğunluğunun gençler olması, mühendislik, doktorluk, akademisyenlik gibi alanlarda yetkin insanlarımızın göçü önemli ve bir o kadar da endişe verici bir gösterge. Pandemi ve uzaktan çalışmayla beraber göçün artık fiziksel mekanla da sınırlı kalmadığını, dijital göçmenliğin de yepyeni bir boyut olduğunu buna eklemeliyiz. 

Ekonomik koşulların iyileştirilmesinden özgürlük alanlarının genişlemesine, hukukun üstünlüğünden eğitime, toplumsal cinsiyet eşitliğinden çevre-iklim değişikliğine duyarlılığa kadar pek çok alanda gençlerimizin geleceklerini bu ülkede inşa edecekleri bir ortamı hayata geçirmeliyiz. Ünlü yazar Amin Maalouf’un dediği gibi “Her insanın gitmeye hakkı vardır, onu kalmak için ikna etmesi gerekense ülkesidir”. Gelecekte toplumsal ve ekonomik anlamda daha iyi bir Türkiye tablosu istiyorsak, kaybettiğimiz her bir rengin bizi hayalimizdeki tablodan uzaklaştırdığını unutmadan mevcut sorun alanlarını bugünden başlayarak düzeltmeliyiz. 

MADDİ KAYNAKLAR REFAHI YÜKSELTMEZ

“Sorunları geleceğe öteleyerek devam etme şansımız kalmadı” diyorsunuz. Peki, bugünkü sorunları nasıl çözebilir ve geleceği nasıl yeniden inşa edebiliriz?

50 yıllık birikimimizden güç alarak “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” adlı raporumuzu geçen yıl ekim ayında kamuoyu ile paylaştık. Geleceği İnşa raporumuz Türkiye’nin geleceği için bir çağrı. Gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir Türkiye inşa etmeyi hedef olarak ortaya koyduk. Buna ulaşmak için üç temel unsuru raporumuzun merkezine aldık. İlki, insani gelişme ve yetkinleşme; ikincisi bilim, teknoloji ve inovasyon; üçüncüsü de kurumlar ve kurallar. Günümüzde refahın asıl belirleyicisi maddi kaynaklar değil. Bugün refahın en önemli belirleyicileri “insan, bilim ve kurumlar” olarak özetleyebileceğim, maddi olmayan kaynaklardır. 

Bu üç unsur aynı zamanda birbirine sıkı sıkıya bağlı. Örneğin insani gelişmede geri kalındığında, bilim ve teknolojide, kurum ve kurallarda ilerleme kaydedilemez. Bilim ve teknolojiyi esas almayan bir büyüme uzun vadede sürdürülemez. Siyasal, ekonomik, toplumsal kurumların ve kuralların niteliği yetersiz olduğunda ise hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, ekonomik istikrarı, toplumsal gelişmeyi temin etmek imkânsız hale gelir.

Uzun vadede varmak istediğimiz yer sadece zenginleşmek değil; çünkü sadece kısa sürede zenginleşmeyi hedefleyen yaklaşımlar sürdürülebilir sonuçlar doğuramaz. Kalkınmanın çevresel ve toplumsal boyutlarının en az büyüme kadar önemli olduğu ortada. Ancak o zaman gençlerimize hayal kurabilecekleri ve potansiyellerini gerçekleştirebilecekleri bir ülke ortamını sunabileceğimize inanıyoruz.